Osmanlı devrinde İstanbul’un tarihinde yaşanan 3 sıradışı yasak
1299 ile 1922 yıllarında hüküm süren Osmanlı İmparatorluğunun 1683 yılından sonrası gerileme dönemine girmiştir. Gerileme dönemine bakıldığında padişahların, kendi istekleri yada sadrazamların doğrultusunda bir çok yasak gerçekleştirdiler. İstanbul tarihini karıştırdığımızda karşımız daha önce hiç duyulmayan yasaklar gördük. Bunlardan bilinenleri eledik ve sizlere ilginizi çekecek Osmanlı devrinde İstanbul’un tarihinde yaşanan 3 sıradışı yasak hakkında bilgiler vereceğiz. Köpek sürgünü, araba yasağı ve açık açık gezme yasaklarını geniş bir şekilde ele alacağız.
Osmanlı devrinde İstanbul’un tarihinde yaşanan 3 sıradışı yasak
1. Araba Yasağı 1647
1640 yılında abisi IV. Murat‘ın aşırı alkol yüzünden 28 yaşında ölümü ile tahta geçen 18. Osmanlı Padişahı Sultan İbrahim psikolojik yönden sorunlu bir kişilikti. Bunun sebebi ise bir çok İslami çevrenin bildiği ama görmemezlikten geldiği yada bilmediği olan kardeş öldürme yasasıdır. Bu yasayı ilk defa resmileştiren ise maalesef Fatih Sultan Mehmet’dir.
Fatih kanunnamesinde Nizâm-ı Âlem için kardeş katli meselesi ile ilgili madde;
‘‘Ve her kimseye evlâdımdan saltanat müyesser ola, karındaşların Nizâm-ı Âlem için katl eylemek münasiptir. Ekser ûlema dahi tecviz etmiştir. Anınla amil olalar.”
Sultan İbrahim’i yıllardır öldürmeye çalışan IV. Murat diğer kardeşlerini sırayla öldürmüş fakat genç yaşta ölmesiyle kurtulan, sona kalan Sultan İbrahim bu süreçte yaşadığı ölüm korkusu onu ciddi sinir hastası yapmıştır.
Sinir haftası olduğu bilinen Sultan İbrahim’e, rahatlaması için doktorlar tarafından hareket etmesi ve bol bol gezmesi tavsiye edilmişti. Bu yüzden sık sık saraydan çıkan padişah, çeşitli araçlarla şehrin dar sokaklarında dolaşırken birkaç defa bugünkü manada trafikte kalmış ve bu durumdan hat safhada sıkıntı duymuştu. Böyle bir günde çok hiddetlenerek, “Bundan böyle arabalar İstanbul’a girmesin, bir kişi bile arabaya binmesin, şehir içinde bir daha araba görmeyeyim” diyerek arabaları yasaklamıştı.
Sultan İbrahim İstanbul’un trafik sorununu çözmüştü.
Sultan İbrahim’in getirdiği yasağı uygulatamayan bir vezirin canından olmasına yol açan bu yasak, padişahın tahttan indirilişine kadar, yaklaşık bir yıl sürmüştür.
Bir vezirin canından olmasına yol açan bu yasak, padişahın tahttan indirilişine kadar, yaklaşık bir yıl sürmüştür.
2. Açık saçık gezme yasağı (Haziran 1725)
1718 yılında Avusturya ile imzalanan Pasarofça Antlaşması ile başlayan ve 12 yıl süren bu süreye “Zevk ve sefâ” denmiş, fakat yetiştirilen lalelerin ünü dünyaya dağıldığı için yıllar sonra bu döneme Lale Devri denmiştir. Bu dönemde Osmanlı padişahı III. Ahmet, sadrazamı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’dır. Padişah III. Ahmet’in toplamda 21 eşi olduğu Osmanlı kaynaklarında görülmektedir.
Bu dönem halkın zor günler geçirdiği, devlet büyüklerinin eğlenceye düşkünlüğü ile başlayan huzursuzluk ile camiler ve diğer yerlerde propagandalar yapılarak huzursuzluk başlamış ve yeniçerilerin de paralarını alamayışı, asker ve halkı birleştirmiştir. Bu hareketi organize eden ise eski bir yeniçeri olan Horpeşteli Arnavut Halil’dir. Hemşehrileri ona “Patrona” (koramiral) lakabı koyduğundan gerçekleşen bu kanlı isyanın adı Patrona Halil isyanı olmuştur.
Lale Devri, 1730 yılındaki Patrona Halil İsyanı ile sona ermiş, sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa‘nın idam edilerek, III. Ahmet’in tahtan indirilmiş, yerine yeğeni I. Mahmud gelmiştir.
18. yüzyılın ilk yarısındaki “Lale Devri” sürerken, İstanbul’da Müslüman kadınların açık saçık gezmemelerine dair bilindiği kadarıyla Osmanlı tarihinde ilk defa bir yasak ilan edilmiştir. Bu yasağa dair çıkarılan fermanda aşağıdaki ifadeler bulunmaktadır.
“İstanbul, memleketimizin yüzü suyu, âlimler, salihler ve edipler beldesidir. Ahalisinin tespit edilmiş kıyafetleri vardır ve durum böyleyken bazı yaramaz avratlar halkı baştan çıkarmak kastıyla sokaklarda süslü püslü gezmeye, gâvur avratları taklit ederek serpuşlarında acayip şekiller yapmaya başlamışlardır…
Bundan böyle kadınlar elbiselerinde abartılı süs kullanmayacaklardır…
Uslanmayıp ısrar edenler olursa yakalanıp, İstanbul’dan taşraya sürgün edileceklerdir…
Bu tip elbiseleri diken terzi ve şeritçiler de buna dikkat edecekler, aksi halde aynı türden cezalara onlar da çarptırılacaklardır…
Bu yasağın tatbikine yeniçeri ağası ve hassa bostancıbaşı memur edilmişlerdir. Asla göz yumulmasın, merhamet edilip, himaye yolu tutulmasın…
Yasak, gereği gibi uygulansın!”
Halbuki İstanbullular yalnızca devlet büyüklerini taklit etmekte, onların zevk ve sefa alemlerine benzer ama elbette daha mütevazı eğlenceler tertip etmekteydiler. Bu arada kadınlar da bu ortamda daha rahat tavır ve elbiseler içine girivermişlerdi.
İstanbullu hanımların Lale Devri yıllarındaki rahatlığı, bu yasakla dizginlenmek istenmiştir.
3. Köpeklerin İstanbul’dan sürülmesi (1910)
Dünya tarihinde Köpek katliamları listesine girecek bir olay Osmanlı Devletinde de olmuştur.
Köpekler, her ne kadar bir kısım İstanbullunun rahatsızlık duymasına neden olsa da şehrin vazgeçilmez bir parçasıdır. Sokak köpeklerinin modern şehir hayatının unsurlarından biri olduğunu düşünen, bu hayvanlarla hayatları boyunca hiçbir temasları olmadığından onlardan ürken insanlar var. Dün de vardı.
İstanbul’un Osmanlı Devleti döneminde de birkaç defa köpeklerden arındırılmak istendiğini Emre Sarıkuş’un belgeselinden öğrenmiştik. Daha önce de Hayat Tarih Mecmuasının Ekim 1975 tarihli sayısında yine bu ilginç konuyla ilgili bir Avrupalının ağzından bir makale yayınlanmıştı.
Bilindiği kadarıyla II. Mahmud döneminde bir İngiliz’i ısırdığı söylenen köpekler İngiltere’nin tepkisini çekince, padişah İngiliz notasından dolayı önce şehirdeki köpekleri telef etmeyi düşünmüş; fakat sonra, köpek itlafı günah olduğundan onları Sivriada’ya göndermeye karar vermişti. Bu olaydan sonra yaşanan bazı başarısızlıklar, halkın bunun köpeklerin Sivriada’ya sürülmesinden kaynaklandığına inanmasını sağlayınca, sonunda II. Mahmud köpeklerin geri getirilmesine izin vermişti. Bundan başka, Sultan Abdülaziz döneminde benzer bir girişim daha olmuş, bu kez büyük bir yangın çıkınca, bu da köpeklere yapılan eziyete bağlanıp hayvanlar yine geri getirilmişti. II. Abdülhamid devrinde ise Alman imparatorunun İstanbul’u ziyaretinden önce köpeklerin sürülmesi düşünülmüşse de, bu defa halkın erken tepkisiyle köpekler gönderilememişti.
1910 yılma gelindiğinde ise İstanbul’un Doğulu havasından çıkarılmasına bir katkı için, yani modern bir şehre yakışmayan bu sakinlerden kurtarılması için, şehrin köpeklerden temizlenmesine karar verilmiştir. Başlangıçta bu işin köpeklerin şehirdışına bırakılmasıyla çözümleneceği düşünülmüş ama hayvanlar bu duruma inanılmaz bir gürültüyle karşı koyunca meselenin bu şekilde halledilemeyeceği anlaşılmıştır.
Öyle ki gece gündüz uluyan, hiç durmadan kapışan köpeklerin olduğu yerde yaşamak, hatta onları bu şekilde görmek bile dayanılmaz bir durum haline gelmiştir. Bundan dolayı da şehremaneti son çare olarak, 80 bin civarında olduğu tahmin edilen köpeği toplatarak Marmara’daki “hayırsız” adalardan biri olan Sivriada’ya artırmıştır.
Bu sürgünle İstanbullular uzun süre köpek görmemişlerdir. Hayatları boyunca çevrelerinde köpekleri görmeye alışık, büyük kısmı bu hayvanları seven ve besleyen İstanbul halkından bazılarının zaman zaman Sivriada’ya giderek uzaktan da olsa hasret giderdikleri bilinmektedir. Hatta İstanbul’un ayrı bir rengi olarak düşündükleri köpekleri görmek için tekne kiralayıp adaya giden Avrupalılar bile olmuştur.