Tarihimizde toplu ölümlere neden olan salgın hastalıklar hangileridir?
Pandemi yada herkesin bildiği adıyla salgınlar, insanlığın avcı kültürden, tarımcı kültüre geçişi, hayvanlarla beraber yaşaması ve onlardan besin elde etmesi, topraktan mahsuller elde ederek nüfusun ciddi oranlarda artışı ile başlamıştır. Sonrasında medeniyetler gelişmiş ve güvenli yaşanabilen özel yerler çokça göç almış. Dünyanın en güzel şehirlerinden biri olan İstanbul, yüzyıllardır tercih edilmesinden dolayı, toplu yaşamın getirdiği dezavantajlarla, hem doğal afetler hemde salgın hastalıklarla çok ciddi sayılarda toplu ölümler gerçekleşmiştir. Bu yazımızda sizlere Tarihimizde toplu ölümlere neden olan salgın hastalıklar hangileridir? İstanbul neden hastalıkların merkezi oldu? Salgın hastalıklar kaç kişinin ölümüne neden oldu? Salgın hastalıklarla nasıl mücadele edildi? sorularının cevaplarını vermeye çalışacağız.
Tarihimizde toplu ölümlere neden olan salgın hastalıklar hangileridir?
Milletler arasında yapılan savaşlarda ve toplu katliamlarda ölü sayıları, neredeyse toplu salgın hastalıklarla ölen sayılarını aratmamaktadır. Bu yazımızda sizlere uygarlıkların başkent olarak gördükleri, geçmişin ve günümüzün en kalabalık şehri olan İstanbul’da başlayan, yayılan ve yaşanan salgın hastalıkların neler olduğunu görebileceksiniz.
Veba ve kolera gibi öldürücü ve hızla yayılma özelliğine sahip hastalıklar, tarihte bazı zamanlarda hemen hemen tüm dünyayı etkisi altına almıştır. Bu şekilde ilk kıtalararası salgının (pandemi) adı “İustinianos Vebası” olarak adlandırılır. Bunun nedeni, hastalığın 541’de Mısır’daki (bugünkü) Port Said ve İskenderiye’de etkili olduktan sonra Filistin, Suriye, Antakya ve İran’a bulaşması ve 542 yılında da Bizans’ın başkenti Konstantinapolis’e ulaşarak burada müthiş bir insan kaybına yol açmış olmasıdır.
Anadolu’da da çok etkili olan veba, İngiltere, İrlanda ve İskandinavya’ya kadar yayılarak milyonlarca insanın yaşamını sonlandırmıştır. Bazı kaynaklarda, bu salgının yalnızca ilk yılında İstanbul’da 300 bin kişinin öldüğü belirtilmektedir. Yine aynı salgın İstanbul’da sürdüğü sırada, bir gün içinde 10 binin üzerinde insanın öldüğü söylenmektedir. Bu rakamların abartılı olduğu düşünülebilir. Ancak bir Bizans imparatorunun ismiyle anılan dünya tarihinin en dehşet verici veba salgınlarından ilkinin İstanbul’daki sonuçlarının bahsedilen oranda korkunç olması da beklenebilir.
Tarihte İstanbul merkez bir şehir olduğu için hem Avrupa hemde Anadolu bölgesine bu salgın hastalıklar buradan yayılmaya başladığı görülmüştür.
İstanbul tarihindeki önemli olaylar listesine giren bu salgın hastalıkları sıralayıp, daha sonra tek tek neler olmuş ayrıntılarına geçeceğiz.
- 1778 Vebası (Ocak-Kasım 1778),
- 1812 Vebası (Aralık 1811-Ocak 1813),
- Büyük Kolera (Temmuz-Ekim 1865),
- 1893 1894 Kolera Salgını (24 Ağustos 1893 – 26 Nisan 1894),
- 1895 Kolera Salgını (17 Ocak – 7 Mayıs 1895).
1. 1778 Vebası (Ocak – Kasım 1778)
Yüzyıllar boyu Osmanlı topraklarında neredeyse hiç silinmeden devam etmiş olan veba, bu ülkede en çok da İstanbul’da görülen bir hastalıktı. 1778 yılında yaşanan salgın ise tarihte eşine az rastlanır türdendi. Daniel Panzac‘a göre, salgın ocak ayı ortalarında başladıktan sonra, hafif bir surette devam ederken mayısta aniden şiddetlenince, maddi durumu iyi olan Galata ve Peralı Avrupalılar Boğaziçi’ndeki semtlere kaçmaya başlamışlardı. Sıcaklar arttıkça salgın da şiddetleniyordu. Nitekim haziran ayında günde 400, temmuzda 1000 kadar, ağustosta ise çok daha fazla sayıda ölüm meydana gelmişti. İstanbul’un her yanını ölüm sarmış, insanlar yaşadıkları acılarla birlikte müthiş bir ölüm korkusuna kapılmıştı. Şehirde her türlü ekonomik faaliyet de durmuştu. Neyse ki eylülde hafifleyen salgın ekimde iyice zayıflayıp kasımda da tamamen sona erdi.
İstanbul’un yaşadığı en sıkıntılı dönemlerden biri olan bu on aylık süre sonunda 150 bin ila 200 bin civarında can kaybı yaşanmıştır ki bu sayı o vakitlerdeki şehrin toplam nüfusunun yüzde 33’üne denk gelmektedir.
2. 1812 Vebası (Aralık 1811 – Ocak 1813)
İstanbul, coğrafi konumu, başkent oluşu ve maruz kaldığı salgınların sıklığıyla ele alındığında, Osmanlı Devleti’nde vebanın en önemli odağı ve dağılma merkeziydi. Şehirde sıklıkla veba görülmesi, onu Osmanlı toprakları üzerindeki sayısal açıdan en çok veba salgını yaşanan yer yapmıştır. Hastalık genellikle liman mahallelerinde kendisini göstermiş; han, kışla, bekar odası gibi genellikle sağlıksız, farenin bolca bulunduğu mekanlarda yoğun bir halde yaşayan insanlarda etkili olmuştur.
1811 yılı sonlarında başlayıp 1813’ün ilk günlerine kadar devam eden ve daha çok 1812 Vebası olarak adlandırılan salgın ise, Osmanlı idaresindeki İstanbul’da yaşanan, bilinen en dehşetli sonuçlan olanlardan birisidir. Veba, 1812 Eylül-Ekim avlarında en şiddetli halini alıp yalnızca sur içinde günde ortalama 1500-2.000, bazı günler 3 bin kadar ölüme neden olarak, yine büyük çaplı bir yıkıma yol açmıştır. Kasım ayından itibaren soğukların başlamasıyla bu rakam günlük 500’lere gerilemiş, sonraki yılın başında da salgın sönmüştür. Şehirdeki yoğun ölümler nedeniyle, cenaze hizmetlerini yapacak yeterli sayıda görevli bulunamaması gibi sıkıntılar, her büyük salgında olduğu gibi bu sırada da yaşanmıştır.
Osmanlı makamlarınca salgının fisk ve zinanın arttığı bazı mekanlardan kaynaklandığı düşünüldüğünden, bazı muhitlerdeki sağlıksız koşullara sahip bekar odalarıyla, Kasımpaşa ve Galata taraflarındaki gemici barınaklarının çoğu yerle bir edilmiştir.
Salgın sırasında İstanbul halkı doğal olarak büyük bir korku ve endişeye kapılmış, insanlar evlerinden çıkamaz olmuş, ölüm korkusuyla işlerini güçlerini terk etmişlerdir. Öyle ki vebanın yoğun olduğu semtlerden kaçan bazı İstanbullular salgın süresince birkaç kez evlerini taşımışlardır. Bunlar dışında, yaklaşık olarak 100 bin ölümün gerçekleştiği bu salgın sırasında maddi gücü bulunanlardan bir kısmı şehri terk etmiş ve ancak bu şekilde kendilerinin ve ailelerinin hayatlarını kurtarabilmişlerdir.
3. Büyük Kolera (Temmuz-Ekim 1865)
1865 yılı, dünyada koleranın çok etkili olduğu bir yıldı. Bu sırada kolera, Osmanlı topraklarında ilk önce Hicaz’da baş gösterdikten sonra, İstanbul’a bir Osmanlı gemisi ile gelmiştir. Dar-1 Şûra-yı Askeri eski reisi Ferik Osman Paşa‘yı Mısır’dan getiren bu korvet, doğrudan tersaneye girdikten sonra, aynı günün akşamı tersane hastanesine iki askerin yatırılmasıyla kolera ilk olarak burada belirdi. Ardından Hasköy ve Kasımpaşa’da hastalık etkili oldu ve buradan da tüm şehre yayıldı.
1865 Temmuz’unda başlayan “Büyük Kolera”, yaklaşık dört ay devam ederek ekim ayında söndü. İstanbul’un gördüğü en büyük afetlerden olan bu salgında meydana gelen ölümlerin 30 bin civarında olduğu bildirilmektedir.
1865 salgınında İstanbul halkının koleradan korunması için, sadrazamın başkanlık ettiği bir komisyon kurularak, hastalığın yayılmasının engellenmesine ve haftaların tedavisine çalışıldı. Gerekli yerlerde doktor ve eczacılar görevlendirilirken, fakir halkın tedavisi için evler kiralanarak geçici hastaneler oluşturuldu. Şehrin kalabalığını azaltmak amacıyla, bekar ve amele takımından işsiz güçsüzler, sonraki salgınlarda da örnekleri görüleceği üzere şehir dışına çıkarılarak, bunlar için inşa edilen barakalara yerleştirildiler. Ayrıca, o sıralar Humbaracı Kışlası’nda bulunan Mekteb-i Tıbbiye başka bir yere taşınarak kışla bir kolera hastanesi olarak kullanıldı. Çoğunlukla gayrimüslimlerin yaşadığı Pera’da, özellikle Hamal takımı ile Taksim tulumbacıları salgından oldukça kötü etkilendi. Bunlardan ölenlerin bir kısmı Pera, bir kısmı da Şişli Mezarlığı’na gömülürken; Pangaltı’daki Ermeni Mezarlığında, koleradan ölenleri tecrit için bir cenaze evi yapıldı. Salgın esnasında fakirler için oluşturulan kolera hastanelerinde hizmet edenler ile pazar yerlerinde ve yollarda koleraya yakalananların nakledilmesinde vazifeli zaptiye askerlerinden hastalığa yakalanan 183 kişiden 120’si tedavi edilirken, 57’si yaşamını yitirdi.
Salgının sönmesinde, koleranın etkili olduğu çevre de yayılan meşhur Hocapaşa yangınının (Yazımızın sonunda kaynak linklerinden daha geniş bilgi alabilirsiniz) rolü büyük oldu. Öyle ki ateşin sağladığı çevresel hijyenle birlikte, yangın öncesinde günlük ölümler bini geçerken, yangından hemen sonra ortalama yüze düştü. Bir hafta içinde de salgın tamamen sona erdi.
4. 1893-1894 Kolera Salgını (24 Ağustos 1893 – 26 Nisan 1894)
Osmanlı Devletinin idari olduğu kadar ekonomik başkenti de olan İstanbul, dünyanın en hareketli şehirlerinden birisi olması nedeniyle, koleranın her an sıçrayabileceği bir pozisyondaydı. Kent, yoğun nüfusu, neredeyse yok derecesindeki altyapısı ve ahalisinin hijyenik olmayan bazı tutumları da düşünüldüğünde, kolera için salgın halini alabileceği ideal bir ortam niteliğindeydi. Nitekim hastalık, 19. yüzyıl boyunca İstanbul’da yedi kez büyük birer salgın halini aldı. Bu salgın ise, 24 Ağustos 1893 tarihinden itibaren yaklaşık sekiz ay sürüp 26 Nisan 1894’de sona erdi.
İstanbul’da 1893-1894 salgınında 2.683 kolera vakası meydana geldi ve bunların 1537’si hayatını kaybetti. Hastalığı yenenlerin sayısı ise 1146’ydı. Salgının devam ettiği 246 günün ortalama vaka sayısı yaklaşık 11 kişi olurken, günlük ortalama ölüm oranı da 6’nın biraz üzerinde meydana geldi. Kolera İstanbul’da 1893-1894’te dünyanın her yerindeki gibi, yoğun olarak alt sınıftan kurbanlar seçtiğinde, Osmanlı otoriteleri hastalığın getirdiği yıkımı hafifletmek amacıyla birtakım sosyal politikalar izledi. Koleranın halkın zihninde Osmanlı yönetimine karşı herhangi bir hoşnutsuzluk yaratmasına müsaade edilmemeye çalışıldı ve bu büyük oranda başarıldı.
“Devlet koleraya karşı güçlü, padişah halkının hep yanındaydı.” İstanbul halkının bundan başka bir düşünceye sapmasına asla müsaade edilmedi. Devrin padişahı II. Abdülhamid, salgınla o kadar ilgiliydi ki, doktorların tedavi yöntemlerinde bir sıradışılık fark ettiğinde bile derhal işin aslının araştırılmasını, yanlış durumun düzeltilmesini istiyordu. Yine bu doğrultuda, sağlık uygulamalarıyla ilgili söylenti veya şikayetlerin vakit kaybedilmeksizin neticelendirilmesi sağlandı. Yine bu salgın sırasında, Avrupa’dan bazı uzman doktorlar İstanbul’a getirtildi; ancak bunlar hizmet vermekten daha çok kazanacakları parayı ve ülkelerinin buradaki etkinliğini artırmayı düşündü.
İstanbul’da, halkın kolerayı nasıl karşılayıp algıladığına dair bilgi veren kısıtlı miktarda kaynak vardır. Sadri Sema‘nın “Eski İstanbul Hatıraları” adlı eserinde anlatılanlar, bizim için bu açıdan oldukça kıymetlidir. 1893-1894 salgınını “ürküntülü bir kolera fırtınası” olarak niteleyen Sadri Sema, pek çok insanın canının bu hastalıktan dolayı yandığını, çocukluk yıllarına dair anımsadığı hatıraları arasında belirtmiştir. Dilerseniz bundan sonrasını yazarımıza bırakalım:
“İstanbul’un eski yangınları şehri nasıl bir baştan bir başa yakıp yıkmışsa, benim çocukluğuma rastlayan kolera da İstanbul’u öyle yaktı, yıktı. Çok ocaklar söndü. Korkunç bir ölüm sağanağı gibiydi bu hastalık. Herkes endişe, korku, yeis içinde! Herkes bir korku gölgesi. İstanbul göklerinde ölüm kanat açmış. Her taraftan yokluk rüzgarı esiyor, her tarafta ölüm sahneleri… Kurban bekleyen musalla taşları ve acı acı gıcırdayan tabutlar… Bu hastalığın başlarında İstanbul mahallelerine derin bir sessizlik çöktüğünü hatırlarım. Bir sokağı dönersiniz; viran bir evin kapısından boynu bükük bir tabut çıkar karşınıza. Üç dört adamın omuzlarında. Bunu gören yolcular korkak fısıltılarla kaçışırlar. Biraz ilerlersiniz bir evin kafesleri arkasından hıçkırıklar… Bu zavallı evde ya bir baba, ya bir çocuk kaybedilmiştir. Kolera gazaplı yıldırım gibi çarpıyordu her tarafı ve her tarafı ölümün kucağına sürüklüyordu. Bir durgunluk geldi halka; müthiş bir sessizlik çöktü ortalığa… bir hal ki insanlar bir yaprak hışıltısından bile ürker oldular…
Kolera devam ediyor, işini görüyor. Kimi beğenirse, kimi gözüne kestirirse pençesine alıp götürüyor… Hükümet sözüm ona faaliyete geçti. Sıhhiyeciler paçaları sıvadılar. Menfezleri, çöplükleri temizlemeye, halka kurusıkı vesayete giriştiler. Köşelerde, kirli yerlerde, asit fenik, kireç filan dökmeye, serpmeye başladılar. Hastalık ve ölü çıkan evleri kordon altına aldılar, hariçle teması mene çalıştılar…”
5. 1895 Kolera Salgını (17 Ocak – 7 Mayıs 1895)
17 Ocak 1895 tarihinden itibaren başladığı kabul edilen Kolera salgını, İstanbul’da ocak ayında yalnızca 17 vaka olmuştu. Özellikle Ortaköy, Guraba-yı Muslimin Hastanesi, Zeyrek ve Unkapanı çevresinde meydana gelmişti. Şubat ayı koleranın neler yapabileceğin, hatırlatan bir şekilde cereyan etmiş ve bu salgın döneminde en çok vakanın ortaya çıktığı, aralık bu dönem olmuştu.
Ortaköy ve Beşiktaş’ta günlük sekiz yeni hastaya kadar çıkan savı ürkütücü olduysa da, bu hal uzun sürmemiştir. Bundan başka, suriçinde Fatih, Unkapanı ve Kantarcılar’a doğru Haliç boyundaki bölge hastalığın etkisi altında kalmıştı. Diğer taraftan da Kumkapı ve Kadırga’dan başlayarak Davutpaşa’ya kadar şehrin Marmara sahillerinde kolera vakaları görülmüştü. Fakat bunlar korkulacak raddelere varamadan, av boyunca ancak birkaç kişide görülmekle kalmıştı. Bu arayla umumi hapishanede de birkaç vaka ortaya çıkmıştı. Şehrin Galata tarafındaki salgın Kasımpaşa, Hasköy, Azapkapı ve Galata’da etkili olmaya başladı. Bu semtlerin hiçbirinde aylık toplam vaka sayısı çift haneli rakamlara ulaşmamıştı.
Netice olarak, Şubat 1895’te İstanbul ahalisinden yaklaşık 150 kişi koleraya yakalanmıştı. Mart ayı salgının şiddetinin aniden kesilmesiyle ve neticede 70 civarında (yalnızca tespit edilebilenlere dayanarak verilen bu rakamlar, gerçekte daha büyük olmalıdır) yeni hastanın ortaya çıkmasıyla geçmişti. Bu arada en çok vaka Yeniköy, İstinye, Ayvansaray, Balat ve Fatih’te görülmüştü. Nisan ayında salgının sönmeye yüz tutmasıyla sivil halk arasındaki vaka sayılan da düştü. Hastalık ay boyunca yalnızca Yeniköy, Taksim ve Kasımpaşa’da üç beş kişiyi yakalamış, birkaç semtte de ancak tek bir vaka meydana gelmesine yol açmıştır. Sayıldığında 35 civarındaki kolera vakası bunu tasdik etmektedir. 1895 Mayıs’ında toplam beş koleralı daha görüldükten sonra salgın tamamen sönmüştür. Şehirdeki son kolera vakası 6 Mayıs günü Unkapanı Karakolu’nda görülmüş, son kolera ölümü de 7 Mayıs 1895 yılında meydana gelmiştir.
1895 kolera salgınında İstanbul ahalisi arasından koleraya yakalananlardan önemli bir kısmı belediye daireleri bünyesinde oluşturulan özel kolera hastanelerine sevk edilmiş, bunun yanında Yenibahçe’deki Gureba’yı Müslimin Hastanesi ile Yedikule’deki Rum ve Ermeni hastanelerinde de koleralı hastalara hizmet verilmiştir. Bu salgında koleralı askerlerin hemen hepsi, Bahriye ve Maltepe hastanelerine nakledilerek tedavi edilmeye çalışılmış, bunun dışında Gümüşsuyu Hastanesi‘nede birkaç koleralı hasta yatırılmıştır.
17 Ocak 1895’ten 6 Mayıs 1895 tarihine kadar olan sürede, yalnız siviller arasında 324 kişi koleraya yakalandı. Bunlardan 130’u iyileşirken, geriye kalan 194 kişi yaşamını yitirdi. Askerler arasından haftalığa yakalanan 50 küsur kişi bu sonuçlara eklendiğinde bile 1895 salgınının çok hafif atlatıldığı görülmektedir. 1895 salgınıyla ilgili yapılan incelemelerden sonra ulaşılan neticeye göre; hastalığa yakalanan sivillerden yüzde sekseni koleraya yakalanmadan önce adi ishale yakalanarak tedavisine itina gösterilmeyenlerdi. Bunlardan bazılarının on gün, bazılarının daha az bir süre zarfında koleraya yakalandıkları anlaşılmıştı. Ayrıca belirtmek gerekir ki; 1895 salgınında koleraya yakalananların sosyal-mesleki dağılımları, önceki salgınlarla benzerlikler sergilemiştir.
Hastalık yine çoğunlukla alt-orta sınıftan insanları etkilemiştir. Salgına yakalananlar arasında askerler ve ev hanımları başı çekmiştir. Bununla birlikte aşçı, balıkçı, rençper, hademe, amele, hamal, bahçıvan vb. mesleklerden kişiler, koleranın toplamda en fazla yakaladığı insanlar olmuştur. Bu salgının sonucundaki vaka ve ölüm sayılarının az olması, koleranın şehrin üzerine çöken kara bir kâbus olmasını engelleyememiştir. Çünkü İstanbullular birkaç ay boyunca, koleranın her an kapılarını çalmasından korkarak yaşamak zorunda kalmıştır.